"Âdâb-I Muâşeret ( آداب معاشرت ): “Terbiye, nezaket ve görgü kuralları anlamında ahlâk terimi.”
İyi tutum ve davranışlarla bunları kazandıran bilgi için kullanılan edebin çoğulu âdâb ile “barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma” anlamındaki muâşereden (muâşeret) gelen âdâb-ı muâşeret (âdâbü’l-muâşere) genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder. Bu tabire klasik İslâm kaynaklarında rastlanmakla birlikte Osmanlılar’da Batılılaşma dönemine girilmesi sürecinde terkibin kullanımının yoğunluk kazandığı görülür. Bunun sebebi Batı kültüründe nezaket kurallarının şehir ve şehirli olmakla, dolayısıyla medenîlikle ilişkilendirilmesidir. Arapça’da “medenî” ve “medeniyet” kelimeleri “şehir” anlamındaki “medîne”den türemiştir. Fransızca “civilité” Latince’deki “civitas” (şehir) kökünden gelir. Fransızca “politesse” de Yunanca’daki “polis” (şehir) kelimesine dayanır. Buna göre Arapça’da ve Batı dillerinde nezaketle âdâb-ı muâşeret kavramları şehirle ilişkili görülmüş olup bunlar herkesin paylaştığı alanlardaki davranışlara, görgü kurallarına işaret eder; bu kurallar kişilerin karmaşık sosyal ağlarla birbirine ve devlete bağlı olduğu şehir hayatını düzenler.
İnsan yapısı itibari ile toplum hayatına ihtiyaç duyar. Toplum hayatı ise ilk adımda ailede başlamak üzere insanların birbiri ile karşılıklı ilişki ve iletişimi üzerine bina edilmiştir. Aile bireyleri arasında uyulması gereken âdâb-ı muâşeret kuralları aslında işin temelini oluşturur. Çocuğun eğitim aldığı ilk yer aile okulu, en etkili ve ilk öğretmeni de annesidir. Çocuk başta konuşma âdâbı, yeme içme âdâbı , temizlik âdâbı olmak üzere okulda uyulması gereken âdâb kuralları, trafik âdâbı, hastane âdâbı, ticaret ve alışveriş âdâbı, cami âdâbı, seminer, konferans ve tiyatro âdâbı gibi bir çok kuralı aile ortamında öğrenir. Şehir hayatının medeni olmakla özdeşleştiğini düşündüğümüzde âdâb- ı muâşeretle medeniyet ilişkisini göz ardı etmemekle birlikte kırsal kesimlerde ve köylerde yaşayanların da şehirlilerden ayırt edilmeden âdâb-ı muâşeret kurallarına uymasının önemini özellikle belirtmemiz gerekir.
Bilginin iki temel kaynağı olduğunu kabul ettiğimizde akıldan beslenen felsefe ile vahiyden neşet eden ilahi kitapların etiğin ve ahlakın temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Etik kurallar felsefe kaynaklı iken ahlak kuralları vahiy temellidir. Bu açıdan âdâb-ı muâşeret kurallarının kaynağı da arazi ve semavi olarak ikiye ayrılabilir. Her bir dünya görüşünün kendine göre bir ahlak felsefesi olabilir. Örneğin kapitalist ahlak anlayışı, protestean ahlak anlayışı, sosyalist ahlak anlayışı, Budist ahlak anlayışı, Siyonist ahlak anlayışı kendine göre ahlaki kurallardan bahsedebilir. Bu yazımızca ahlakın temelini oluşturan âdâb-muâşeret kavramını vahiy perspektifinden ele alacağız.
Dört temel unsur tarafından yaratılmış olan kâinatta atomlardan oluşan elementler hayatın temel yapı taşını oluşturur. Hücrelerden oluşan canlıların temel ham maddesini elementler oluşturur. Kâinatta en kıymetli varlık ne altın ne de elmas değildir. Mücevherleri değerli yapan hayattır. Hayat sahibi bir aklın süzgeci olmadığı taktirde estetik duygusundan da bahsedilemeyeceği için taşların değeri de ölçülemez. Bu yönüyle akıl ve kalp sahibi bir insan kainattaki en değerli varlıktır. Bu varlığın sahip olduğu ruh cevheri maddeye can katmaktadır. Can sahibi olan her nesneye hassas ve nazik davranmanın tarifi âdâb-ı muâşerette gizlidir. İnsanın canlı ve cansız olan bütün varlıklara nasıl davranacağının ölçüsü âdâb-ı muâşeret kavramında gizlidir. Yalnızca insanlara değil bitkilere, hayvanlara ve cansız nesnelere bile nazik davranmak gerektiği âdâb-ı muâşeret kavramında gizlidir.
Bir makinanın nasıl çalışacağı ustası tarafından yanına konulan kullanım kılavuzunda yazdığı gibi insanın mutluluk ve huzurunun kaide ve düsturları da ilahi kitaplarda yazmaktadır. Bu kitapların en sonuncusu ve bozulmadan günümüze kadar korunarak gelmiş olan kitap Kur’an-ı Kerimdir. Hak kitap olan bu ilahi din kaynağı insanların ahlakını ve âdâbın temelini oluşturmuştur. Bu kitabı en güzel şekilde bilen ve uygulayan kişi de âdâb ve ahlakta zirve olan Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizdir. Bu bakımdan âdâbın zirvesi, ahlakın zirvesi, nezaket, görgü ve zarafetin zirvesi peygamberimizdir. Peygamberimizin insanlara bir muallim olarak gönderilmesi de insanların onun sünnetine uyarak mükemmelleşmesi içindir. Âdâb-ı muâşeret kuralları dediğimizde oturmasında kalkmasında, yemesinde içmesinde, konuşmasında susmasında, ticaretinde ve çocuk terbiyesinde, barış ve savaş hukukunda, çocuklara ve kadınlara muamelesinde örnek olan iki cihan serveri olan efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine uymak en kolay ve külfetsiz yoldur.
Çocuklarımıza hayatın değerini ve hayatın kıymetini ve hayat sahiplerine saygının nasıl olacağını sünnet ölçülerine göre öğretebiliriz. Bir karıncanın bile katledilemeyeceğini, yeşilin kesilemeyeceğini, çocukların katledilemeyeceğini, kadınların kirletilemeyeceğini, hastanelerin ve ibadethanelerin yakılıp yıkılamayacağını sünnet düsturlarından öğrenebiliriz. Siyonist ahlakta olmayan ve İslam ahlakında var olan işte bu derin mana ve hakikat farkıdır.
Başta ailede olmak üzere okullarımızda çocuklarımıza İslam ahlakını ve âdâbını öğretmemiz gerekiyor. Bu açıdan milli eğitimde âdâb-ı muâşeret derslerinin konulması son derece yerinde olmuştur. Bu derslerde görgü, nezaket ve zarafetin temeli olan âdâb-ı muâşeret kurallarının canlı ve yaşayan örneği olan peygamberimizin sünnetinin öğretilmesi son derece önemlidir. Hz. Aişe (r.a.)’ın ifadesi ile Kur’an ahlakının canlı temsilcisi olan peygamberimizin ahlakı Kur’an ahlakıdır.
Dr. Nadir Çomak
Aile Danışmanı