Bir önceki yazımda sizlere Mardin’le ilgili gözlemlerimden bahsetmiştim.
Fotoğraf: Gonca Çetinkaya, Tacettin Toparlı (EbuBurak)
Hem bir mimar hem de gezgin olarak Mardin deneyimlerimi sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
Daha önce belirttiğim gibi, Mardin’e ilk kez Eylül 2023’te gittim. Aslında o seyahatimin en önemli amaçlarından biri Tacettin Usta ile tanışmaktı. Kendisine şans eseri sosyal medya aracılığıyla denk gelip takip etmeye başladım. Yazdıkları, sanatı ve zanaati, kendi dünyamla pek çok noktada bağ kurmamı sağladı.
Tacettin Usta ile ilk kez geçen sene tanıştım. Mardin’e gidip onu sorduğunuzda, herkes size cam altı sanatıyla uğraştığını ve bakır işlediğini söyleyecektir. Ama o yalnızca sanatla değil, masallarla da meşgul. Mardin’in kültürünü, kendi birikimlerini ve atalarından, büyüklerinden öğrendiklerini masallarla anlatıyor. Onun konuşma tarzı da biraz derin, biraz masalsı.
Bu yüzden röportajdaki cevaplarını olduğu gibi, hiçbir şeyini değiştirmeden size aktardım. Biraz şiirsel, biraz derin; kendinden, ötelerden ve tabii ki Mardin’den izler taşıyor.
Keyifli okumalar dilerim.
1. Tacettin Toparlı kimdir? EbuBurak lakabı nereden geliyor? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Ebuburak adım. Gündüz bakır işliyorum, gece düş boyuyorum. Biraz da hikaye, masal anlatıyorum. Ben, yalnızca bakır işlemekten, düş boyamaktan ve anlatmaktan ibaretim.
İnsanlar, kendi adlarından ve benliklerinden vazgeçmeye başladıklarında, kendilerini gizleme ihtiyacı hissederler. İşte bu yüzden bir mahlas kullanırlar. Buradaki yaşamın bir parçası da babanın oğluyla, çocuğun babasıyla, annenin ise kızı ya da oğluyla anılmasıdır.
Mesela Ebu-Burak, Arapça’da Burak’ın Babası anlamına gelir. Diyelim ki senin annenin adı Gülcan. İlk çocuğun kız olduğunda adını Gülcan koyarsın. Bu, seçilmiştir. Çünkü büyükler bu dünyadan göçtüğünde, hafızanı da kaybedersin. Onu tazeleyip yenileyebilmek için aktarımın bir parçası olursun, olmak zorundasın.Burak benim oğlumun adı.
2. Cam altı boyama sanatına ve bakır işlemeye ne zaman başladınız? İkisini birlikte nasıl ilerletiyorsunuz?
İkisine aynı anda başlamadım. İlk önce bakırla başladım. Bakır işlemeye 13 yaşında başladım; bu sanatı dedemden öğrendim. Ancak dedemin asıl mesleği keçecilikti. Onun yanında fazla kalamayınca beni bir arkadaşına gönderdi. Şimdi otelde gördüğünüz keçe işlerini dayım yapıyor.
Cam altı sanatına ilgi duymam ise dedemin atölyesinde bir gün Şahmeran’ı görmemle başladı. O an kendi kendime “Ben bunu öğreneceğim” dedim. Sonra bu işin ustasının yanına gittim. Usta, bana önce hangi mektepte okuduğumu sordu. Hafızın yanında çırak olduğumu söylediğimde ise “Git, kendi mektebini oku” dedi. Onu hemen ikna edemedim.
Buralarda bir kural vardır: Eğer koltuğunda bir karpuz taşıyorsan, öğreticiler gelip ikinci karpuzu eklemezler. Ama pes etmedim. Bakırdan arta kalan zamanlarımda ustanın vitrini önüne gidip yaptığı işleri izledim. Her gün oraya gidip sessizce bekledim. Sonunda halime acıdı ve beni içeri aldı. Bana tekniği öğretti.
“İki işi birden yapamazsın,” dedi. O yüzden birini gündüz, diğerini gece yapmaya karar verdim. Birini iş olarak, diğerini düş olarak yapıyorum.
3. Neden sürekli şahmeran figürü çiziyorsunuz?
Şahmeran’ı ilk kez dedemin atölyesinde gördüm. Bizim buralarda herkesin evinde ya da dükkanında bir Şahmeran figürü mutlaka bulunur. Onu ilk gördüğümde, adeta büyülenmiş gibi hissettim. O figürün karşısında mıhlanmış gibi, saatlerce kalakaldım.
Kendime geldiğimde, çocuk aklımla “Ben bunu çizeceğim ve cam altı işleme sanatını öğreneceğim” dedim. O günden beri Şahmeran’ı resmediyorum.
4. Şahmeran hikayesi Tarsus bölgesinde de yoğun olarak anlatılmakta. Mardin ile arasındaki fark nedir?
Şahmeran’ın Mardin’de bir inanışı, Tarsus’ta ise bir hikayesi vardır. Yani, burada bu hikaye bir inanışa dönüşmüştür. Şahmeran, Mardin’de uğurun, bilgeliğin ve bolluğun sembolü olarak kabul edilir. Bu semboller, insanların el sanatlarına da yansımıştır. Bugün bile bazı ritüel ve inanışların izlerini el sanatlarında görmek mümkündür.
Cam altı sanatı ise camın Anadolu’ya gelmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır ve yaklaşık 300-400 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Fotoğraf: Gonca Çetinkaya, Şems-İnn Hotel
5. Masal anlatmaya nasıl başladınız?Şahmeran inanışı burada da etkiledi mi sizi?
Aslında masal anlatmaya başlamış değilim. Biz burada kolektif birer anlatıcıyız. Tüm işlerimizi, tüm meselelerimizi misallerle çözüyoruz. Kendi içimizde geliştirdiğimiz bir konuşma dilimiz var; ancak bu dilin ne bir yazılı metni ne de okuma kuralları vardır. O hafızayı dille, anlatarak aktarıyoruz.
Biz, dinlendiğimiz yerde dinleniyoruz.
Fotoğraf: Gonca Çetinkaya, Şems-İnn Hotel odaların camlarındaki Cam altı işlemeleri ve Masal diyarını anlatan oda isimleri.
6. Şu an bulunduğumuz Şems İnn Hotel bir noktada sizin eseriniz. Sanatınızı bu oteldeki mekanlara nasıl aktardınız?
35 yıldır burada yaşıyoruz. Dedem burayı ilk aldığında, bir alt bir de üst kat vardı ve burayı bölüşmüşlerdi. Ortak alanımız, şu an oturduğumuz avluydu. Komün bir yaşam sürüyorduk; dedemler, annemler ve çekirdek ailem hep birlikte burada yaşadık.
Hatta şu anda sizin kaldığınız Binbir Gece adlı oda, bir zamanlar benim atölyemdi. Burasını yaparken zihnimde hazır bir kurgu yoktu. Her odayı ve alanı, o anki duygularımla tasarladım. Amacım burada bir masal dünyası kurmak ve o masalı gösterebilmekti. Odaların isimleri de bu anlayışla şekillendi. İçlerindeki işlemeler de aynı şekilde, ancak hepsi yeni değil. Bazıları 20-30 yıllık çalışmalarım.
Her eseri, en uygun yere yerleştirerek odalarda bir masal atmosferi oluşturmaya çalıştım.
7. Mardin’in mimari mirası sizin için ne ifade ediyor? Bu kentsel doku hikayelerinize sizce nasıl işlemiş?
Eğer bir şehri hissetmek isterseniz, o şehir burada size kendini açar ve sizi içeri alır. Ama şöyle bir durum var: Sizi uzun süre barındırmaz. Tıpkı saf bir cismin içine giren yabancı bir maddeyi dışarı atması gibi, şehir de bir noktada sizi bırakır.
Mardin’in mimarisi ve evleri, insanın ruhuna benzer. Buraları bilmeseniz bile bir evin içine mutlaka girebilirsiniz.Örneğin; damından, bacasından ya da yolundan. Ama girdiğiniz yerden çıkmanız her zaman kolay olmaz. İşte bu yüzden burada anahtarlar, dışarıdan içeri girmek için değil, içeriden çıkmak için kullanılır.
Mardin’in mimarisi ve evleri, hem hikayeleri doğurmuş hem de bu hikayelerden beslenmiştir.
8. Mardin’in kültürel ve sanatsal olarak ülkemize en büyük katkısı sizce nedir?Gelecekte sizce Mardin’de neler olmalı?
Mardin, son yıllarda çok popüler hale geldi. Elbette bilmek, tanımak ve tanışmak güzel şeyler. Ancak burada yaşadığım için bazı kalabalıklardan ve durumlardan bahsetmek isterim. Herkes buraya kendi hayatıyla, yaşantısıyla ve hisleriyle geliyor. Ve herkes, burada bir şekilde bir his bırakıyor; iyi ya da kötü. Burada, genel bir durumdan söz ediyorum.
Ama öyle bir toprakta yaşıyoruz ki, bu toprak kendini sürekli dönüştürüyor. Bu, insanın gücüyle ya da aklıyla önüne geçilebilecek bir şey değil. Bir şehre hiç böyle baktınız mı? Bir şehrin tanınması, tanıtılması ve geçirdiği dönüşümün herkesçe bilinip tartışılması ne kadar doğru, ne kadar yanlış, buna ben karar veremem. Ancak buraya ne kadar insan gelirse gelsin, şehir kendini bir dönüşüm sürecine alıyor ve yabancı olan her şeyi, herkesi çemberinin dışına itiyor.
Burası, yeteneğin var olduğu bir yer. Bir zamanlar İpek Yolu’nun önemli duraklarından biriydi. Kültür ve sanat burada tarih boyunca kesişti. Hatta eskiden, İpek Yolu üzerinden geçen bir kervan Mardin’e çıkıp çıkmamaya karar vermek için yazı tura atarmış. Para dik gelirse yukarıya tırmanırlarmış. İşte bu yüzden buradaki insanlar tüm ihtiyaçlarını elleriyle karşılamaya çalışmışlar; üretmişler, çoğaltmışlar.
Sanatın bugünkü yeri de önemini koruyor. Burada 15 yıldır bir bienal çalışması yürütülüyor, sanatsal etkinlikler düzenlenmeye devam ediyorlar. Ayrıca, hem sanatın hem de zanaatın var olduğu alanları yaşatmak istiyoruz. Eski zanaatların kaybolmasını istemiyoruz; onların geleceğe aktarılmasını istiyoruz.
9. Aynı zamanda masallar anlatıyorsunuz. Mardin’deki etnik çeşitlilik hikayelerinize nasıl yansıyor? Siz gelecekte zanaatinizi nasıl ilerleteceksiniz?
Biz, hikayelerle zorunlu bir aktarım yapıyoruz. Bu aktarımın en önemli kaynağı, buradaki etnik çeşitlilik. Çünkü burada yaşam bilgisini okuyarak, yazarak ya da bir yayında bulunarak hafızaya almak mümkün değil. Böyle bir imkan ve özellik yok. Bu yüzden o bilgiyi kendi hafızanda tutmaya başlıyorsun. Defalarca tekrarlayarak sunmaya başlıyorsun. Bir çırak, anlatıcıyı dinleyip gözlemleyerek bir şeyi yaşamadan tecrübe kazanıyor. Böylece aktarımlar, anlatıcıdan çırağa geçiyor.
Buradaki hikayeler, çarşı ve pazarlarda dönüyor.Yani alışverişin ve insanların olduğu her yerde. Etnik çeşitlilik, hikayelerimizi zenginleştiriyor. Burada doğar doğmaz annenin dilini konuşuyorsun. Sokağa çıktığında arkadaşının dilini, çarşıda ise herkesin dilini öğreniyorsun. Burada üç dil bilmek zorundasın. Böylelikle herkes, birbirinin hafızasından gelen hikayeleri öğrenip aktarıyor. Bu hikayeler birbirine benziyor aslında.Mesela Yusuf’un hikayesi, Süryanilerde Joseph’tir. Farklı kültürlerin hikayeleri benzerdir, sadece kahramanların isimleri değişir.
Zanaatımı geleceğe taşımak meselesine gelince, bu programlamayla olacak bir şey değil. İçinden geçirirsin, öğretmek ve aktarmak istersin; ancak talep olmadığı sürece verilmiş sayılmaz. Ben de bildiklerimi aktarmak ve insan yetiştirmek istiyorum, ama kimse yetişmek istemiyor. Buna da üzülmüyorum. Bir şey sonlanacaksa sonlanır, bunu kimse engelleyemez. Mesela bizim çarşıda artık birçok dükkan kapalı. Çırak kalmadığı için ocaklar sönük. Oradakilerin en genci, 40-50 yıldır aynı dükkanda çalışıyor.Atalarının ve ustalarının izinden giden insanlar. Şimdi orada sadece dört kişi kaldık. Umarım sanatımızı unutulmadan aktarabiliriz.
Bu röportajın sonunda teşekkür etmek istiyorum. Tacettin Usta’nın sevgili eşi Ceylan ablama (o güzel kahvaltılar için), Burcu ve Remziye’ye güler yüzleri için, Arjen’e güzel şaraplar için, Zahit Mungan’a uçurtmaların hala yaşadığını gösterdiği için, Belma ablaya en güzel telkarileri yapmaya devam ettikleri için ve tanıdığım tüm güzel kalpli insanlara teşekkür ederim.
Ve tabii ki, “Yeniden geleceksin,” dediği yere yeniden gelip bana farklı farkındalıklar yaşattığı için Tacettin Usta’ya sonsuz teşekkürler…