Sevgili hocam Kemal Kuşçu ile keyifli bir sabah sohbeti yaparak röportajımızı gerçekleştirdik.
Kemal hocam ile tanışıklığımız 2011 yılının Şubat ayına dayanıyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde okurken, birinci sınıfın bahar döneminde seçtiğim ilk seçmeli ders 'Mekan ve İnsan'dı. Kemal hocayı bu ders sayesinde tanıdım. Kendisiyle bu köşe yazısı dizimi konuşurken farkettim ki aslında o dersin devamını bu yazı dizisiyle getirmişim. O derste, mekanı deneyimlemeyi, bu deneyimleri tasarıma ve hayatımıza nasıl aktarmak gerektiğini öğrenmiştik. Farklı meslek gruplarından gelen profesyoneller, bizlere mesleklerine dair mekan deneyimlerini ve mekanlarının pozitif ya da negatif etkilerini anlatmışlardı. Bu, o zamanlar dikkatimi çeken bir konu olmuştu. Bir tasarımcının içindeki yaratma isteğini ateşleyen bir diğer etken de deneyimler ve başkalarının gözünden anlatılan hikayeler olmalıydı. Bakış açısını genişleten bu deneyimler, aslında tasarımın yanı sıra hepimizin hayatının bir parçasıydı.
Bu konuları Kemal hocam ile farklı şekillerde, yeni teknolojinin getirdiklerini ele alarak ben sorularımla, hocam ise cevaplarıyla yorumladık. Keyifli okumalar.
1. Öncelikle sizin kısa biraz geçmişinizden bahseder misiniz? Ve nasıl psikiyatri alanını seçtiğinizi merak ediyorum.
Ben İstanbullu, inşaat mühendisi bir baba ile Eskişehirli bir annenin oğluyum. Annemle babam, Ankara’da tanışmışlar ve evlenmişler. Hayatları farklı yerlerde geçmiş, sonra İstanbul’a yerleşmişler. Ben ise Amasra’da doğdum.İlköğretimi Ankara’da tamamladım, daha sonra İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı okudum. Erken yaşta yatılı okul okumak ilginç bir deneyimdi. Küçük yaşta çevreyi ve insan ilişkilerini gözlemlemek, bu deneyimleri tecrübe etmek insana o yaşlarda çok şey katıyor. Zeki, genç ve dinamik insanlarla birlikte okudum.
Lise yıllarımda bir yıl AFS Değişim Programı ile Amerika’ya gittim. O dönemde AFS bursları mevcuttu, bu bursla Kültürlerarası Lise Değişim Programı’na katıldım. Ülkedeki akranlarıma göre oldukça şanslı bir eğitim hayatı geçirdim. Çok iyi hocalarla, dolu dolu bilgili akranlarla okuma fırsatım oldu. Bu da insan ilişkilerini gözlemlememde bana çok yardımcı oldu. Bunu özellikle belirtmemdeki sebep, böylesine zengin bir ortamda insanla ve toplumla ilgili pek çok tartışma ve konuşmanın yapılması, bende insanla ilgili bir şeyler yapma isteğini doğurdu. Lise çağlarında davranış bilimleri ya da toplum bilimleri ile ilgili bir şeyler yapmak istediğimi fark ettim.
Lise öğrencisi olarak bu konu beni cezbetti. Davranış bilimleri üzerine yazılmış kitapları okumaya başladım ve bu yazarların çoğunun psikiyatrist olduğunu gördüm. Bu nedenle tıp fakültesine gitmeye karar verdim. Tıp fakültesine başlarken de ilk günden itibaren amacım psikiyatrist olmaktı. Tıp okurken bir dönem İsveç’in Uppsala Üniversitesi’nde hayvan bilimi üzerine çalıştım. Psikiyatri eğitimi alırken bir ara temel bilimlere mi yönelmeliyim diye düşündüm. Temel bilimler derken araştırmalar, hayvan deneyleri ve laboratuvar araştırmalarını kastediyorum. Ancak insan ilişkilerine olan merakım beni psikiyatriye yöneltti.
Bir yıl Giresun’da bir dağ köyünde pratisyen hekim olarak mecburi hizmet yaptım. Bu da fikrimi daha da pekiştirdi. Sonrasında Marmara Üniversitesi’ne geldim. O dönemde Marmara Üniversitesi, liberal ve oldukça geniş perspektifle psikiyatrinin kurumsallaşmış yapısının ötesine geçmeye çalışan bir klinikti. Marmara’da ilk yıllarım benim için adeta bir öğrenme panayırıydı. Heyecanımı artırdı.
Orada öne çıkan birkaç konu oldu: bunlardan ilki, toplum ruh sağlığıydı. Grupların kendi içlerinde birbirlerini nasıl iyileştirdiklerine dair çalıştım. İkinci olarak, bu durumun kültürel yönleri dikkatimi çekti. Diğer bir ilgimi çeken konu ise aile ve aile içi ilişkilerdi. Bu konular üzerinden psikiyatrinin içinde kendime bir yol bulmaya çalıştım. Sonuçta, toplumsal etkilere odaklanan bir araştırmacıyla yaşam olayları üzerine çalışma fırsatım oldu. Aile konusunda da yine aynı İngiliz araştırmacı Joshua Brown ile çalıştım. Bu, sonrasında uzmanlık alanımı belirlememe vesile oldu.
Psikiyatri ihtisası sonrasında İngiltere’ye gittim. Orada iki farklı alanda eğitim aldım: biri antropoloji, ki bu beni sizlerle Mimar Sinan’da buluşturan konulardan biriydi. Londra’da bu eğitimi aldım. Psikiyatriyi insan kavramıyla tamamlayan konulara meraklıydım. İkinci eğitimim ise sistemik teori üzerineydi. Bu eğitimi Londra’daki Tavistock Kliniği’nde aldım. Daha sonra Türkiye’ye döndüm.
2. Psikiyatriyi mekan ile bağlama fikrinin nereden geldiğini merak ediyorum.Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde bu konu bağlamında ders verme süreciniz nasıl gelişti?
İngiltere’den döndükten sonra birçok şeyi bir araya getiren bir model kurmaya çalışıyordum. Bunlardan bir tanesi sistemik perspektifti. Bugün biliyorsunuz, "sistemik perspektif" adı altında bir tasarım programı bile var. Sistemik bakış açısı, aslında aile konusundan çıktı. Yani bir sistem, kendi içerisinde sürdürülebilir ilişkileri nasıl oluşturuyor? Sürdürülebilir ilişkilerde, nasıl bir yaklaşımla, nasıl bir ilişki ve bağlantı modeliyle bu sürdürülebilirliği sağlayabiliriz?
İkinci konu ise antropoloji. Burada merak ettiğim şey, insan deneyimiydi. Özellikle 2004 yılından sonra bu konuya odaklandım. Burada insan psikolojisinden değil, insan deneyiminden bahsediyorum. Deneyim merkezli çalışmalar nasıl yapılır? Özellikle etnografinin temel modeli olan katılımcı gözlem, sadece etnografların değil, herkesin yapabileceği bir şey olabilir mi? Katılımcı gözlemle deneyimi nasıl öğreniriz ve bu bilgi üretimini nasıl sağlarız gibi sorular üzerine düşünerek bu modelleri kurguladım ve geliştirmek için bir proje ekibi kurdum.
2007 yılında, bir dostumuz aracılığıyla sevgili Kemal Çorapçıoğlu ile tanıştım. Kendisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Malzeme Kürsüsü'nde hocaydı. Kemal Bey'e projelerimden bahsedince, "Bu yapmak istediğiniz şeyi bizim okulda ders olarak mı verseniz?" diye bir fikir ortaya attı. Çünkü anlattığım konu, mimarların ve tasarımcıların çok ihtiyaç duyduğu bir beceriydi. Üstelik o zamanlar bu konular ülkemizde çok fazla konuşulmuyordu. Sonunda bu üç konuyu bir araya getiren bir ders programı oluşturmaya çalıştık.
Dersin içeriği tamamen pratik üzerineydi. Sen de hatırlarsınız; yaparak öğrendiğimiz, grubun kendi içinde kolektif çalışmayla öğrendiği ve sistemik bakışı katılımcı gözlemci olarak kendine bir metodoloji olarak seçmiş bir öğrenme sınıfı oluşturduk. Bu modelin öğretilebilir, paylaşılabilir ve çoğaltılabilir olup olamayacağı hala en büyük merakım. Ders keyifle başladı ve ilk yılında büyük ilgi gördü. İlk 6-7 yıl boyunca dersi resim bölümünden, sosyoloji bölümünden, hatta İTÜ ve YTÜ’den misafir öğrenciler aldı. O zamanlar ders oldukça multidisiplinerdi. Sonrasında ders seçimlerinde sınırlamalar getirildi ve sadece mimarlık öğrencileri dersi seçebildi. Ancak farklı bölümlerden gelen öğrenciler dersi daha çeşitli kılıyordu.
Bu, benim hayatımda çok dönüştürücü bir deneyim oldu. Tasarım okulunda, tasarım öğrencisinin nasıl geliştiğini, nasıl eğitildiğini görme fırsatım oldu. İstemsizce, ben de bir antropolojik çalışma yapmış oldum. Bu ders benim için büyük bir öğrenme süreciydi. 2010-2011 yıllarında, bu dersle birlikte hayatıma tasarım düşüncesi girdi.
Tasarım düşüncesiyle birlikte derse daha da cesaretle yaklaşmaya başladım. Sistemik bakış, katılımcı gözlem ve deneyim, kolektif çalışmanın bu bağlamda nasıl gerçekleşeceği, grupların bir araya gelerek nasıl üretim yapabileceği ve projeleri tasarıma nasıl yönlendirebileceğimiz üzerine yoğunlaştım. Bu süreçte çok ilginç çalışmalar yaptık ve öğrenciler, birlikte çalışmayı öğrendiler. Ben de giderek hayatıma tasarımı daha fazla dahil ettim ve 2012’den itibaren kendime profesyonel bir yol açıldı. Giderek daha fazla tasarım merkezli projeler almaya ve bu projelerde çalışmaya başladım.
3. Mekanların insan psikoloji üzerinde ne gibi deneyimler ve etkiler bırakır?
Bana sorarsanız, ilk olarak şunu belirtmem gerekiyor: Mekan ve mekan psikolojisi konusunda bir uzman olduğumu düşünmüyorum. Hatta bu alanda kolay kolay bir uzmanlık oluşturulabilir mi, ondan da emin değilim, çünkü çok geniş bir alan. Burada benim öğrenmeye çalıştığım konu şu: Mimarlar bir mekan tasarımı yaparken, insanların gündelik deneyimlerini an be an şekillendiriyorlar. Bu, inanılmaz bir deneyim. Bunu ilk fark ettiğim yer ise psikiyatri mekanlarının oluşum süreciydi.
Psikiyatriye ilk başladığımda Marmara Üniversitesi’nde çok küçük bir klinikteydik. Ancak klinik, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için o küçük mekanı oldukça zengin bir şekilde kullanıyordu. Bazen çok geniş ve uygun mekanlarınızın olması, o mekanların deneyim açısından olumlu olduğu anlamına gelmiyor. Orada şunu fark ettim ki; insanlar, o küçük alanda bir araya gelerek mekanı yeniden üretiyorlardı. En çok dikkatimi çeken şey, insanların mevcut mekanlar içinde yeni mekanlar üretmeleri ve bu süreçte buldukları çözümler oldu.
Bu nedenle hatırlarsınız, derste trafik ışıklarını incelemiştiniz. Oraya bir trafik ışığı koyuyorsunuz, ancak zamanla çevresi zenginleşiyor ve şekilleniyor. Simitçi geliyor, simit arabasını koyuyor; Selpak satıcısı kendine bir yer buluyor ve birdenbire o ışığın etrafı bir sosyal doku haline geliyor. Dolayısıyla bana sorarsanız, bir mekanın sosyal ve psikolojik olarak en değerli yanlarından biri, insan ilişkileri üzerinden yeniden üretilebilir olmasıdır. İlişkileri yeniden üretebilmesi gerekiyor. Mekan, insan deneyimini zenginleştiren bir alan olmalı.
Bu zenginleştirmenin en önemli yanlarından biri de kurallardan ziyade, mekanın birlikte üretilmiş olmasıdır. Çünkü artık şu kurala giderek inanmamaya başladım: "Burası böyle olmalı." Olabilir, ancak bunu hep birlikte tartışmak ve kullanıcıyla beraber oluşturmak çok daha zenginleştirici bir deneyim sağlıyor. Artık mesele neyin iyi ve fonksiyonel olduğundan çok, o fonksiyonel olanın nasıl ve hangi süreçle tanımlandığı ile ilgili.
4. Yapay zeka ile bir çok yeni program çıktı. Mekanları hangi teknolojik unsurlar ile deneyimleyebiliriz?
Aslında, bir önceki soruda anlattığım yolculuğun son noktasından bahsetmek isterim. 2019 yılından beri Koç Üniversitesi’nde Karma Gerçeklik Laboratuvarı’nda çalışıyorum. Bunu özellikle belirtmemin nedeni, yapay zekadan önce de üretilen mekanları deneyimleme şansımızın olması. Artırılmış gerçeklik deneyimi bunlardan bir tanesi. Sadece yapay zeka değil, diğer teknolojik arayüzler ve araçlar da mekanı deneyimlememize olanak sağlıyor. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik fenomenleri bunun örnekleri. Ya da bu deneyimleri 3D olarak dev ekranlara yansıttıklarında da mekanı deneyimlemiş oluyorsunuz.
Örneğin, Ars Electronica’da şu şekilde bir uygulama yapmışlar: Notre Dame Katedrali’nin 3D fotogrametrisinin eski haline göre her bir detayını inşa etmişler ve bu modelin içinde gezebiliyorsunuz. İnanılmaz bir deneyim, ancak detaylar içinde kaybolabilirsiniz. Bu modeller içerisindeki deneyimler, gerçek mekan deneyimlerine oldukça güçlü alternatifler sunuyor. Bazen bu tür deneyimler, gerçek bir binayı gezmek kadar etkileyici olabilir. Mekan deneyimine yardımcı olan bir diğer unsur da siz mimarların sıklıkla kullandığı VR (Sanal Gerçeklik) gözlüklerdir.
5. Teknoloji ile üretilen mekanların deneyimlenmesinin insan psikolojine nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bir örnekle başlamak isterim. Önümdeki masada seçtiğim bir vazonun nasıl duracağını artırılmış gerçeklik ile buraya yansıtabiliyorum. Peki, bunun insan zihninde nasıl bir karşılığı var? Yapay zekanın ürettiği olasılıkları denemek için bir ortamın oluşması gerekiyor. Bu ortamın da gerçeklik düzeyinin artırılmış bir gerçeklikte olması gerekiyor. Şunu fark ediyorum ki, artırılmış gerçeklikte bu tür ortamlarda yapılan denemeler, bize farklı gerçeklik düzeylerini öğretiyor.
Şu anda birçok mimar, VR gözlüklerle mekanları deneyimlememizi sağlıyor. Bu sanal ortamlarda ilk geçiş oldukça önemli. İlk deneyim, aslında görme biçimi ve görme algısıyla doğrudan ilgili. Özellikle beden, mekan algısıyla ilgili bir zorlanma yaşıyor. Ben, bu zorlanmanın kişilerin mekanı ve ortamı algılama becerilerini geliştirdiğini düşünüyorum. O tür deneyimlerin, zihinsel esnekliği artıracağı yönünde bir hipotezim var, özellikle mekanı deneyimlerken.
Tabii VR gözlüklerin kullanımına dair bazı kısıtlamalar da var. Örneğin, baş dönmesi yaşanabilir ve bu nedenle çok uzun süre deneyimleyemeyebilirsiniz.
6. Yapay zeka ile tasarlanan mekanlar hakkında ne düşünyorsunuz? Gelecekte olumlu ya da olumsuz olarak ne gibi etkiler bırakabilir?
Yapay zeka ile üretilen mekan ve görsel önerilerinden bahsedecek olursam, kendi gözlemimi paylaşmak isterim. Bunu, yaptığım bir çalışmayla anlatacağım. Tıp fakültesindeki öğrencilerle birlikte, 2050 yılında psikiyatrinin nasıl olacağını düşündük ve bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Bu atölye çalışmasının sonuçlarını MidJourney’e aktararak, gelecekte bir psikiyatri hastanesi nasıl olacak sorusunun cevabını aradık ve bu durumu görselleme fırsatımız oldu.
Benim gözlemime göre, yapay zeka programlarının kendilerine özgü bir estetik anlayışları var. Yani, bu programların içsel bir estetik dünyası bulunuyor ve az çok nasıl bir görsel ortaya çıkacağını tahmin edebiliyorsunuz. Bizim çalışmamızda da MidJourney’in kendine has yorumuyla bir hastane görseli ortaya çıktı. Ancak, Ars Electronica’da şunu gözlemledim: Dünyaca ünlü animatörlerin ve film yapımcılarının yapay zeka ile ürettikleri film örneklerini izledim. Orada daha gelişmiş yapay zeka modellerinin kullanıldığını gördüm ve kendi deneyimimin çok ötesine geçtiklerine tanık oldum.
Bir soru-cevap oturumunda şu soru soruldu: “Yapay zekayı ne olarak görüyorsunuz? Bir araç mı yoksa bir iş ortağı mı?” Çoğu, yapay zekayı iş ortağı olarak tanımladı. Gelecekle ilgili net bir şey söylemek imkansız olsa da şunu unutmamak gerekir: Kullandığımız arayüz ne olursa olsun, o arayüzün karşısında oluşturduğumuz insani işlemler, o arayüzün performansını belirleyecektir. Yani, çok iyi bir mimar olabilirsiniz, ancak bir mimar olarak mimari çözümleri oluştururken yaptığınız işlemler de büyük önem taşıyacaktır. Dolayısıyla, yapay zeka bir şekilde sizin onunla nasıl etkileşime girdiğinizle ilgili bir şey. Bu etkileşim biçimini iyi çalışmanız ve hazırlamanız gerekiyor. Benim gözlemim bu yönde.
7. Ben şunu belirtmek istiyorum tüm bu konuştuklarımızın üzerine. Biz normalde insan olarak sosyal bir varlığız ve bir mekanı tasarlarken işveren ile ciddi bir vakit geçirip, sohbetler ediyoruz, tartışıyoruz ve tasarım ciddi bir süre sürüyor. Bu günümüzde yaşadığımız insan odaklı süreç ile yapılan tasarımlar yapay zeka devreye girince sizler nasıl bir farklılık yaşıyor?İleri de yapay zeka insanların mekan ihtiyacını bu yaşanılan süreçleri es geçerek çok hızlı bir üretim ile sorular cevap verir mi?
Bu bir spekülasyon olurdu sanırım. Bu soruyu cevaplayacak kişi belki de ben değilim. Ancak gözlemlerimden bahsedebilirim. İnsan deneyimi ve etrafındaki ilişkilerin gücü, bir süre daha yapay zekanın önünde olacak gibi görünüyor. Bu durum, ilişkilerin gücüne ve insan merkezliliğe ne kadar değer vereceğimizle, onu ne kadar öncelik sırasına koyacağımızla ilgili. Sonuçta 1 gün, 1 ay, hatta 3 ay boyunca izlemek, gözlemlemek, konuşmak ve etkileşim kurmak yerine 5-10 dakika içinde yapay zeka modeline sorup cevap almayı tercih edersek, bu durum insan etkileşiminin tembelleşmesine yol açar ve bu tehlikeli bir durum olabilir.
Birbirimize sorduğumuz bir sorudan bazen bambaşka açılımlar doğabiliyor. Yapay zeka ile bu açılımları yapar mıyız, sanmıyorum. Ancak şu da bir gerçek ki, giderek daha lokal ve özelleşmiş yapay zeka programları üretmek istiyorlar. Örneğin, sadece mimari alanda hizmet veren ve bu soruları cevaplayan bir model gibi. Daha etik ve kendi etik normları olan yapay zeka sistemlerinin gelişeceğini görüyoruz. Bu çalışmaların ilerleyen yıllarda nereye evrileceğini bilemiyorum ama bu gelişmelerle birlikte, zamanla bizim bilmediğimiz yeni bilgisayar modellerinin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Bu yapay zeka programları, insanın gelecekte doğa ile ilişkisini yeniden gözden geçirmesi gereken bir konu olduğunu ve bu ilişkinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşündürecektir, diye düşünüyorum. “Yapay zekanın sınırı ne olacak?” sorusundan ziyade, “Bizim insan olarak sınırımız ne?” sorusunu sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Eğer biz, bir sınırda kalıp yapay zekayı yalnızca bir araç olarak kullanırsak, bu ilişkide sorunlar yaşanabilir.
8. Ars electronica gibi sanat ve bilimin kesiştiği bir festivale katılımcı olarak gitmişsiniz. Türkiye’de bu alanda yapılan bir çalışma var mı?Bu gittiğiniz festivalle ilgili deneyimlerinizden de kısaca bahseder misiniz?
Ben oraya gözlem yapmak için gittim. Senelerdir gitmek istediğim bir festivaldi. Festival, bağımsız bir yapının etrafında oluşturulmuş bir kent, adeta bir “hap” gibi. Bu kent ve “hap” içinde teknoloji, dijital teknolojiler, inovasyon, sanat, bilim ve toplum bir arada bulunuyor. Hepsi aslında toplum merkezli. “Toplum adına faydalı neler oluşturulabilir?” sorusu etrafında toplanmış diyebiliriz. Büyük bir festival ve oldukça eğlenceli bir dört gün geçiriyorsunuz. Herkese tavsiye ederim.
Oradaki gözlemim şu: İnsan, kendi doğasıyla ve doğayla yeniden ilişkilenmeye çalışıyor. Bunu da teknoloji, bilim ve sanatı kullanarak yapıyor. Bence en önemli nokta bu. Sanat, bilim, teknoloji ve toplum arasındaki bu dörtlü kombinasyon inanılmaz bir sinerji oluşturuyor.
Türkiye’de, bildiğim kadarıyla Ars Electronica çapında büyük bir festival yok. Tabii ki birçok girişim mevcut. Türkiye’de tasarım okulları etrafında bir araya gelen, teknolojiyi ve dijital sanatı içeren yapılar var. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) birçok teknoloji ve inovasyon müzesi açtı. Bununla ilgili birçok kurumda da atılımlar gerçekleşiyor.
9. Ben son olarak gelecekle ilgili planlarınızı sormak istiyorum. Siz gelecekte projelerinize nasıl devam edeceksiniz?
Mimar Sinan’da ders vermek, bir noktada hayatımı değiştirdi. Yukarıda da bahsettiğim gibi, tasarım fikri hayatıma girdi. Birkaç şey ile insanın yaptığı işi nasıl çoğaltabileceğini gördüm. Siz tasarımcılar, işlerinizi çoğaltabiliyorsunuz. Bir mekan deneyimi, çoğaltılabilir bir deneyimdir. Binlerce insan o mekanı ziyaret ediyor, kullanıyor. Bu tasarım düşüncesi, benim de geleceğe dair planlarımı şekillendirmede ciddi bir rol oynadı.
İnsan deneyimi üzerine araştırmalara fırsat veren bir platform oluşturmak istiyorum. Hatta şu anda bitmek üzere olan bir projem var ve bu projeyi mimarlarla birlikte deneyimledik. Ekiplerin insan deneyimi merkezli olarak nasıl bir araya gelebilecekleri, nasıl içgörü oluşturabilecekleri ve bunun etrafında nasıl bir işbirliği yaratabilecekleri benim en büyük merak noktalarımdan biri. Bunun sonucunda, bu işbirliğinin onların tasarımlarına yeni çözümler üretmek için nasıl bir fırsat sağlayacağını incelemek istiyorum.
Yaptığım işi nasıl çoğaltabilirim ve bunu yaparken tasarımı bu çoğaltma sürecinde nasıl kullanabilirim, gelecekte yapacağım çalışmalar arasında olacak.
Bu güzel sohbet için değerli hocam Kemal Kuşçu’ya çok teşekkür ederim…