İstanbul, tüm dünyanın ve ülkemizin gözbebeği bir kent.

Mimarlık eğitimim için geldiğim bu şehir, Kadıköy’den Beşiktaş’a vapurla ilk geçtiğim gün beni büyülemişti. İçindeki büyü sizi çekerken bir yandan tutkusuyla esir alacakmış korkusu herkesi sarmıyor mu?
O kadar güzel ve bir o kadar yorucu bu şehirde, hepimiz her gün söylensek bile yaşamaya, onu hissetmeye ve yeri geldiğinde korumaya, sahip çıkmaya devam ediyoruz. Bu sahip çıkma konusu bazen sokaktaki hayvanlardan, bazen ağaçlara, bazen de tarihsel yapılarına kadar her noktayı kapsayabiliyor. Son zamanlarda bu sahip çıkma ve yeniden aydınlanma konusunda en güzel örneklerden biri: İBB Miras.

İBB Miras organizasyonu ve ekibi, İstanbul’un her noktasında önünden geçip hiç fark etmediğimiz, bazen unuttuğumuz, bazen de “keşke biri burayı yeniden kente kazandırsa” dediğimiz her noktaya değinerek geceleri yalnız kalanları aydınlatıp, gündüzleri sessiz kalanları canlandırdı desek yeridir.

Unutulmuş, çürümeye bırakılmış, hatta o kadar kendini kaybetmiş ve insanların önünden bile geçmeye korktuğu sokakları, yapıları yeniden kente kazandıran ve bu çalışmalarına hızla devam eden bu organizasyon tüm Türkiye için farkındalık yarattı. Çünkü geleceği korumak bir noktada somut örnekler bırakarak olmalı. İstanbul’un her yerinde niş noktalara ve yapılara dokunarak, burada kültür ve sanat etkinliklerine yer vererek herkesin bu alanları kullanmasına olanak sağlarken, tarihi dokunun korunmasına yer verilmesi takdir edilesi. Yapılan her yapıyı tek tek gezmeye ve keşfetmeye çalıştım. Bunlardan birkaçı için çektiğim fotoğrafları ve gözlemlerimi sizinle paylaşacağım.

Rt

Fotoğraf: Gonca Çetinkaya

İlk olarak, Süleymaniye Camii’nin altındaki İstanbul Tasarım Müzesi’ne değineceğim. Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın en sevdiğim eserlerinden biridir. Dönemin sadeliğini ve ihtişamını bir arada bulunduran ve Ayasofya’ya saygı niteliğindeki bu Sinan yapısı, Galata’dan tarihi yarımadaya her baktığımda beni kendine hayran bırakmıştır. Uzun zamandır çevresindeki salaşlık ve bazı sokaklarındaki yalnızlık beni üzse de, her Beyazıt’a gittiğimde ziyaret ettiğim bir Mimar Sinan yapısı. Hemen alt sokağındaki Tasarım Müzesi çalışması, sıra sıra dükkanlar ve bu dükkanların tarihi cephe ile sade entegrasyonu, o caddede sanatın, sanatçıların ve tasarımcıların buluşmasına olanak sağlamıştır. Süleymaniye ve çevresini değiştiren bu dokunuş, yapının tarihsel değerine katkı sağlarken, Haliç sahiline kadar inecek bir dönüşümün ateşini fitillediği ise çok bellidir.

Rt7

Fotoğraf: Gonca Çetinkaya

Adından söz edeceğim bir diğer yapı ise Artİstanbul Feshane olacak. Feshane için gözlemim çoğunuza politik gelse de, yazılarımda her zaman objektif ve sade bir gözlem yapmayı tercih ettiğimi bu noktada özellikle belirtmek istiyorum. Eyüp Sultan sınırlarında yer alan Feshane, herkesin ziyaret etmediği ve toplumun birbirini ayrıştırdığı şu günlerde sadece belli kesimlerin orada belli günlerde etkinlikler yaptığı, Haliç’in kıyısında karanlık ve yalnız kalmış bir bina idi.

Sonrasında yapılan bu son dokunuş ile Eyüp Sultan bölgesinin yeniden canlanmasına, kütüphanesinin çoğu insan tarafından kullanılmasına, meydanındaki etkinliklerle her görüş ve kesimden insanın buluştuğu bir nokta oldu. Bunu birebir gözlemlemiş biri olarak çok mutlu oldum. Çünkü bazı mekânlar sadece dinsel bir öğe içinde kendini yorumlatıp ayrışma yaşıyor. Oradaki tarihsel değer, kentin içine karışmadan belli bir kesim tarafından ziyaret edildiği zaman, biz mekânın tarihsel değerini öldürüp aynı zamanda ona bir ayrışma getiriyoruz. Bu da bazı yapıların ve çevresindeki dokunun keşfedilmeden unutulup gitmesine yol açıyor.

Bu noktada Artİstanbul Feshane, gece Haliç’i aydınlatması ve gündüz sergileriyle, kütüphanesiyle tüm İstanbul’u bu noktada buluşturması gerçekten sanatın bir dili, dini olmadığını yeniden gösteriyor hepimize.

Yyu7

Fotoğraf: Gonca Çetinkaya

İBB miras ekibinin yaptığı çoğu projeyi ziyaret ettim. Hepsini burada yorumlayarak konuyu uzatmak yerine etkilendiğim ve değinmek istediğim bazı özel konular üzerinden ilerlemeyi tercih ettim. Son olarak yorumlayacağım yer ise Yerebatan Sarnıcı. Yerebatan Sarnıcı’nın eski halini bilenler konuya daha hızlı adapte olacaktır diye umuyorum. Yerebatan Sarnıcı aydınlanan İstanbul’un iki yüzü gibi. Hem sizi hem mekânı aydınlatan bu çalışma ışık oyunlarının mekân üzerindeki derin etkisini de gözler önüne seriyor, hem de İstanbul’un tarihini aydınlatıyor. Sütunların sonsuzluğa uzanışı, sergilenen eserlerin su-yansıma-ışık üçlüsü ile kurduğu bağlam sizi büyülerken sanki dünyadan koparıp başka bir dünyada keşfe dalmışsınız hissini yaşatıyor. Bir mekânın tasarımı o mekânı yaşatmak ve hissettirmek için ne kadar önemliyse aydınlatma da o mekânın derinliğini, renklerin dansını ve atmosferini yansıtmada o kadar önemli bir unsurdur. Bu mekanın oluşumundaki derinlik su olsa da su öğesinin yerin altındaki varoluşsal temasının size aktarılmasındaki en önemli alt metin aydınlatma ile sağlanmıştır. Bu yüzden yenilenen Yerebatan Sarnıcı ziyaretçilerini büyülerken tasarımcılara da aydınlatmanın mekânın içindeki önemini bir kez daha vurgulamıştır.

Dsds-1

Fotoğraf: Gonca Çetinkaya

Gfgfg

Fotoğraf: Gonca Çetinkaya

İBB Miras’ın biten projelerini takip edip gezip aynı zamanda tarihlerini araştırabilirsiniz. Dokundukları her noktada kenti ve insanı bağlayan projelere imza atan bu ekibe teşekkürler.