Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Her şey, Jose Mourinho’nun haftalar öncesinde yaptığı Galatasaray ve Okan Buruk paylaşımları ile başladı. Bu durum çoğumuzu cezbetti ve “Mourinho psikolojik oyun oynuyor. Türkiye’de yaşananları görüyor, herhalde birileri bu olanları, çifte standart ve kayrılmaları kendisine anlatmıştır” dedik. Şimdi o da bunları görüyor ve şimdiden derbi için psikolojik bir savaş başlatıyor, diye düşündük.

Oysa bu durum sadece Fenerbahçe’nin sorunu değildi. Eğer ortada Galatasaray lehine bir adaletsizlik, bir kayrılma, bir sahiplenilme varsa, bu yalnızca Fenerbahçe’nin değil, Türk futbolunun ve hatta Türk sporunun bir sorunu olmalıydı. 

Keşke bu durumda diğer takımlar da Fenerbahçe’ye destek olsalar ve onları yanımıza alabilseydik. Çünkü bu, yalnızca bir kulüp sorunu değil, Türk futbolunun kangrenidir.

Böyle bir durumda futbolcuların gözünü Mourinho’ya ve saha dışına dikmesi normal. Oysa bir futbolcunun görevi, sahada hazır olmak ve takımın galibiyeti için mücadele etmektir. Saha dışı faktörleri göz önünde bulundurmamalı, hele ki böyle önemli bir derbide tam konsantre olmalıdır.

Fenerbahçe geçen yılki derbide tam konsantre değil miydi? Üstelik 75 dakika 10 kişi oynadığı maçta Galatasaray’ı kendi evinde eze eze yenmişti, rakibine bir tek pozisyon vermeden, kalesine şut çektirmeden... O gün Galatasaray şampiyonluk turu atmayı hayal ediyordu. Demek ki neymiş? Tam konsantre olup sahaya odaklandığında derbiler kazanılabiliyormuş.

Galatasaray, sezonun başında oynanan Süper Kupa maçında ezeli rakibi Beşiktaş’a 5-0 yenilmişti. Ayrıca geçen sezon Fenerbahçe’ye karşı evinde aldığı mağlubiyetin de Galatasaray üzerinde ciddi bir etkisi vardı. Şampiyonluğun tadı kaçmış olarak bu maça çıktıkları belliydi. Fenerbahçe karşısında alacakları bir mağlubiyet, hem yönetimi hem başkanı hem de teknik direktörü zor durumda bırakacaktı. Galatasaray, bu bilinçle maça motive çıktı.

Burası Türkiye, duygularla yönetilen, duygulara önem veren bir toplumuz. Mourinho’nun Galatasaray ve Okan Buruk’a yönelik sözleri gerçekten Galatasaray’ı kamçıladı ve motive etti. Okan Buruk da bu maça farklı bir psikoloji ile çıktı.

Geçen sezon İsmail Kartal, Kadıköy’deki derbide rakibin üzerine gitmediği ve maçı 0-0’a bağladığı için ağır eleştirilmişti. Ancak o maçtan sonra Fenerbahçe, 2 puan farkla liderdi. En azından "Yenemiyorsan, yenilme" mantığıyla hareket etmiş ve rakibinden 1 puan almıştı.

Mourinho da isterse bu maçı beraberliğe bağlayabilirdi. Ancak Fenerbahçe rakibinden 2 puan gerideydi ve kazanmak zorundaydı. Fenerbahçe kötü oynamadı, zira istatistiklerde de öndeydi: Daha çok şut atan, daha çok gol pozisyonuna giren, daha çok korner kazanan ve ceza sahasına daha çok giren taraf Fenerbahçe’ydi. Ancak şanssızlık, net gollük pozisyonlarının sonuçsuz kalmasıydı. Galatasaray ise kritik anlarda gol buldu. İlk gol, hem Fenerbahçe hem de kaleci Livaković için büyük bir talihsizlikti. İki gol de taç sonrası çok kolay yendi. Maçın taktiği, tekniği, oyuncu değişiklikleri tartışılabilir. "Mourinho kusura bakmasın" ama bu psikolojik ortamda sabaha kadar oynansa, Fenerbahçe kazanamazdı.

Geçen sezon Okan Buruk’un talihsiz ve uygunsuz küfürleri nedeniyle Fenerbahçe taraftarı, bu maçı aylardır bekliyordu. Ancak saha içi ve galibiyetten çok, bu olaya konsantre olmuşlardı. Oysa ana tema neydi? Derbiyi kazanmak ve takımı için hiç susmadan destek vermek.

Sonuç olarak Fenerbahçe, teknik direktöründen taraftarına kadar bir bütün olarak galibiyete değil, kendi kendine ders vermeye, cevap yetiştirmeye ve moral bozmaya odaklanmıştı. Bu yüzden de derbinin özüne inemedi. Buna rağmen Fenerbahçe kazanabilirdi, ancak o gün top Fenerbahçe’yi değil, Galatasaray’ı istedi. Maçı izleyen hiç kimse “Bu maçı Fenerbahçe çevirir” demedi, çünkü inanç eksikti.

Sonuçta, saha içine odaklanan ve daha çok isteyen kazandı. Tıpkı geçen sezon TT Arena’da olduğu gibi.