Diyarbakır’da yerel siyaset ve seçim havası nasıl?
Diyarbakır, 1515 yılından günümüze dek, her zaman payitahtın ya da başkentin dikkatini çeken bir “siyasetin tablosu” gibi Saray’ın, Divan’ın, Meclis’in duvarında asılı kalmıştır. Kasıtlı olarak “asılı” ve “tablo” ifadelerini kullanıyorum. Hem bir sanat eseri gibi dokunulmaz ve harika hem de “Şurada sadece dursun da, ileride ne yapabiliriz, bakacağız…” dercesine bir durumu var bu kentin.
Kentin bu politik önemi, yerel seçim analizlerimizin, biraz da genelin ve Başkent’in siyasetine göre şekillenmesini sağlıyor. Bu durumu daha iyi gözlemlememiz için sanırım birkaç haftaya daha ihtiyacımız var.
O zaman şöyle soralım: Sahada durum nasıl?
Şu an iki partinin yani 2 artı 1 başkanın mücadelesi var sahada. Durgunluğun da ötesinde ilginç bir durum var. İnsanlarda seçim heyecanı yok. Arada birkaç tane kulağı tırmalayan ve müzik kalitesi düşük seçim araçlarıda olmasa, inanın seçimlerin olacağını bilmeyeceğiz ki, önümüz de Ramazan! Adayların bazıları oruç tutmasa da, çoğu seçmenin kan şekerinin düşük olmaları, biraz sinirleri yıpratabilir.
“İki artı bir” derken?
DEM Parti’nin eşbaşkanlar durumu ve AK Parti’nin adayı.
Anladım. Pekiyi, Serra Bucak hanımefendinin geçmiş döneme ait sosyal medya hesaplarında çıkan bazı paylaşımlar oldu. Bununla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyim?
DEM Parti’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayının tam ismi AYŞE SERRA BUCAK KÜÇÜK’tür. Bu hanımefendi hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Evli ve iki çocuğu olan AYŞE SERRA BUCAK KÜÇÜK hanım; Kürt aile yapısını da feodaliteyi de yanlış buluyor ama her ne hikmetse, Şanlıurfa’da en güçlü ve Türkiye’de en çok tanınan BUCAK AŞİRETİ’nin soyadını kullanmaktan geri durmuyor. Gerçekten de bu ilginç.
“AİLE, DEVLETTEN SONRA GELEN EN GERİCİ KURUMDUR!” diyen Ayşe Serra Bucak Küçük hanım, “Gerici Devlet” dediği aygıtın kendisine tanıdığı bir hakla, (BUCAK KÜÇÜK) iki soyadı olmasına rağmen, sadece BUCAK soyadını kullanıyor. Bu stratejinin amacı nedir?
Nedir?
Konuştukça birbirimizi anlayacağız…
DEM Partili bir arkadaşımın tahlili ya da iddiası şu: “Hocam ailesi güçlü ve herkes tarafından biliniyor. O nedenle sadece BUCAK soyadını kullanıyor.”
Ben de arkadaşıma dedim ki: Eğer senin tahlilin ya da iddian böyleyse, yanlışsın. Ailesinin gücüne (!) dikkat çekmek istiyorsa, Diyarbakırlıların herhangi bir soyadından - aileden çekinmeyeceğini bilmemesi de büyük bir talihsizlik olmuş. O zaman soyadının hüküm sürdüğü yerlerde aday gösterilseydi. Bucak Ailesinin burada herhangi bir karşılığı yok.
Burası Diyarbakır! Bu kent, herhangi bir ailenin kontrolünde olabilecek bir yer değil ki. Evet büyük aileler var, geniş kitlelere sahip şeyhler var, ciddiye alınması gereken ve gerçekten de kanaati olan kanaat önderleri var, multimilyoner zenginler var… Ancak bunların hiçbirinin “politik etki sürekliliği” yok.
12 Eylül’ü en sert şekilde görmüş bir Diyarbakır’dan söz ediyoruz! PKK ve HİZBULLAH gibi iki mega örgütü hücrelerine kadar yaşamış, ülkede nam salan hatta filmlere konu olmuş kabadayılar yetiştirmiş, “elmayı satırla soyan bir şehrin halkı”, kimden ve neden çekinsin! Eğer DEM - HDP yöneticileri de bu şekilde düşünüyorsa, yazık ve çok ayıp!
Diyarbakır, filanca yerin nahiyesi ya da köyü değil! Burası antik bir metropoldür ve tarih boyunca hiçbir ailenin güdümüne girmemiş bir şehirdir…
“GÜÇLÜ AİLE” dediği şey, ekonomik güçse o da yanlış! Bucaklar gelip burada yatırım mı yapacak? Hem de Büyükşehir Belediyesi DEM’e geçmişken. Her anlamda tutarsızlık.
Yani sizce aday gösterilmesinde, Bucak Aşireti’nden olmasının etkisi var mıdır?
Hayır, hayır! Ben sadece neden özellikle bu soyadının kullandırılması ya da kullanması üzerine naçizane fikir üretiyorum.
BUCAK AŞİRETİ mevcut yapısı ve mevcut eylemleri gereği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanında ve son derece şiddetli bir şekilde de PKK’nın karşısındadır. Kendi bölgelerinde büyük ve kalabalık bir aile oldukları kadar, devlet - millet nezdinde de saygın bir ailedir. Bu bir gerçek.
Ancak “Siz devlet yanlısı ve PKK aleyhtarı olabilirsiniz ama aşiretinize mensup herkes sizin gibi değil!” dercesine, sadece ve ısrarla BUCAK soyadını kullanarak, kendi aşiretine - ailesine bir mesaj da veriyor olabilir mi, diye sesli düşünüyorum.
Kendisi terör örgütü destekli bir partiden adayken, ailesinin soyadını kasıtlı olarak kullanarak, örgütle ailesini (SÖZDE) özdeşleştirmek isteyen derin ve karanlık eller de olabilir. Mesela Siverek’te AK PARTİ’den belediye başkanı adayı olan akrabasını, zor durumda bırakmak istiyor olabilir mi? Şahsı ya da mensubu olduğu ideoloji bunu da planlamış olabilir.
Bu tam bir komplo teorisi…
Hayır. Hakkaniyetli ve zeki biri olarak şunu da söylemem gerekiyor tabi: Belki de en iyi niyetle ya da en küçük ihtimalle eşinin akrabalarını tehlikeye atmak istemiyordur ya da eşinin ailesi bu şekilde istemiş de olabilir.
Ya da merhum dedesi (Kürt Hakim lakaplı) FAİK BUCAK’ın hatırasını da yaşatmak istemiştir… Bilemiyorum.
Sosyal medya paylaşımları?..
Evet. Bakın, Büyük bir bölümü Sünni ve küçük bir bölümü Alevi olan Müslüman Kürtlerin dinî hassasiyetlerini “LGBT SAVUNUCUSUYUM” diyerek hiçe sayarcasına açıklama yapıyor ama çok ilginçtir ki; Şii kaynaklarının AYŞE isminden haz etmediğini de çok iyi biliyor. Ve yine bunu iyi bildiğinden, PKK/HDP üst düzey yöneticilerinin etkili isimlerinin Alevi olması nedeniyle de, Alevilerin tepkisini almamak için SERRA ismini özellikle kullanıyor olabilir mi?
Yine kendisini yakından tanıyan birinin iddiasına göre “ÖLDÜKTEN SONRA KÜLLERİMİ SAVURUN,” diyormuş. Bu beni de kimseyi de ilgilendirmez ama çok ilginçtir ki, oy alabilmek için SÜNNİ İÇTİHADINA GÖRE GÖMÜLEN insanların taziyelerini de geziyor! Bu inanca sahip biriyse, yaptığı şey; riyakârlık mı yoksa gerçekten de AYŞE SERRA hanımefendide unutkanlık mı var, bilemiyorum!
Adaylar arasında kıyaslama yaparsak ya da aday profillerini konuşursak?
AK Parti’nin son derece liyakatli ve mega projeleri olan bir adayı var… Adil ve makul olan herkes, lütfen ideolojisini bir kenara bırakıp tüm adayların özgeçmişlerini, kariyerlerini, akademik statülerini incelesin. Elbette ki “Mehmet Halis Bilden” diyecekler!
Depreme dirençli kent konusunda uzman, tarihi eserlerin onarımı konusunda ihtisas yapmış, tarım konusunda en üst düzeyde bürokratlık yapmış, imar ve çevre düzenleme işini başarıyla yürütmüş ve bunu farklı belediye birimlerinde de ispat etmiş Yüksek Mimar Mehmet Halis Bilden’den söz ediyorum…
Bu aday nezih ve anlaşılır bir Kürtçe konuşuyor, Kürtlerin geleneksel ve ahlaki değerlerine sahip çıkıyor. Ve bunu çok doğal yapıyor. Herhangi bir role de bürünmüyor. Adam zaten böyle biri.
AK Parti’nin Adayı Sayın Mehmet Halis Bilden’in arkasında Kürtçe sloganlar atılıyor ama DEM Parti’nin adaylarının arkasında Türkçe sloganlar atılıyor. İronik ve trajikomik bir durum.
DEM Parti’nin eş başkan ve başkan adaylarını sosyal medyadan takip ediyorum ve şahit olduklarımı anlatıyorum: Alakasız bir şekilde “Apo’ya özgürlük!” diyor. Şehrin tüm sorunlarının çözümünü, “APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜNE” bağlıyorlar.
Ve sürekli halay çekiyorlar…
Davul - Zurna - Zılgıt…
Eee?!
Vallahi izledim, gayet de güzel halay çekiyorlar. Kürtlerin folklorik kimliğini bu anlamda çok iyi biliyorlar. Ben de diyorum ki, bu şehri Büyükşehir Belediyesi Folklor Ekibi yönetmeyecek, bu şehrin ehil ve başarısını ispat etmiş kişiler tarafından yönetilmesi gerekiyor.
Projeleri yok, halayları var…
Diyarbakır’ın dinamiklerini de kent kimliğini de hiçe sayıyorlar ama halayları var…
Etnik kimliklerini TBMM’de savunmalarını elbette ki anlarım ve saygı da duyarım ancak yerel hizmet vermesi gereken bir kurumda öncelik “kent kimliği” olmalıdır.
Bu şehrin en hızlı çözülmesi gereken sorunları sizce nelerdir?
Şehir içi ulaşım ve trafik sorunu var:
Sur’dan, Mahabad Bulvarı’na yani 10 kilometrelik mesafeye ulaşmamız bazen yarım saati buluyor. Seyrantepe Köprülü Kavşağı 20 yıl önceki proje… O günden bugüne, şehrin nüfusuna yaklaşık 500 bin kişi eklendi ve bu da binlerce yeni araç demek.
Korkunç bir istihdam sorunu da var, nitelikli işçi bulamama sorunu da var.
Çarpık kentleşme ve düzensiz yerleşim sorunu var. Üstüne depremden ötürü yıktırılan ve henüz yıkılmamış binaların sorunu var. Halen konteynır kentte ve akrabalarının evinde, köyünde kalan insanlar var.
Kent merkezinde sıkışıp kalmış meraların ve yeşil alanların doğru kullanılamama sorunu var ve bu yerlerin rant çarkına dönüşmesi sorunu var.
Sur’da yeni yerleşim yerlerinin antik kent yapısına uygun olmayan tipolojik sorunları var. Sur, bir Roma kentiyken; şimdi TOKİ, kadayıfçı, ciğerci pazarına döndü.
Kırsal mahallelere nitelikli hizmet götürememe sorunu var… Allah razı olsun, Jandarma’nın helikopterleri olmasa, birçok hamilenin ve hastanın merkez hastanelerine yetişmesi mümkün olmuyor. Var oğlu var! Sorun çok…
Sizce DEM Parti’nin adayları bu sorunlara değinmiyor mudur?
Bence bu sorunların önüne, çürümüş ve bayatlamış bir ideolojiyi bırakıyorlar. Belki de belediyeyi çok iyi yönetecek ekipleri de vardır ancak ideolojik refleksler, onları geriletecektir.
Umarım bu röportajı okurlar. Özeleştirilerini verirler. Ve olur da kazanırlarsa, en azından kentin lehine işler yapmak için bu söylediklerim onlara bir kamçı olur.
Yani kentin sorunlarına kayıtsızlar mı?
KMA:
Evet. Önyargılı değilim. Daha önceden de gördüğüm için, rahatlıkla söylüyorum: Bu kenti ideolojilerine kurban edecekler…
Yazık! Bu şehrin kaybedeceği bir beş yıl daha olamaz, olmamalı.
Bu kent, iltifat ile değil liyakat ile yönetilmeli.
Bu kent, siyaset değil; hizmet üretmeli.
Bu kent, belediyeleri kast ederek “iktidara ders verme yeri” değil; kentin dertlerine derman olma yeri olmalıdır.
Kentin bunaltıcı ve hızlıca çözülmesi gereken sorunları ortadayken, bu sorunların çözümüne dair hiçbir faaliyeti de hayali de olmayan kişilerin, kentin beyni olan belediyelerde makam sahibi olmasını kabul edemem… Hiçbir Diyarbakırlı da bunu kabul etmemelidir.
AK Parti’nin adaylarına baktığımızda şunu çok söylüyorlar: “NE DEM, NE KAYYUM!” Sizce bu ne demek?
Demokrasi demek. Adaylar demokrasiden söz etmiş… AK Parti’ye gönül ya da oy vermiş, hangi Diyarbakırlının kayyum istediğini düşünebilirsiniz ki. Allah aşkına, hemşerilerimiz dururken ve demokrasiye inancımız varken; kim, neden ve nasıl kaymakamların ve valilerin belediyeler yönetmesini ister.
AK Parti’nin Büyükşehir Belediye Adayı zaten başarılarda ve icraatlar da kendini ispatlamış… İlçe adayları arasında da birkaç nitelikli aday var. Bu insanların hayali de hedefi de hizmet etmek. Bu insanların DEM’i de kayyumu da istememeleri çok normal.
Bu arada “ilçe adayları arasında da birkaç nitelikli aday var” derken, siz AK Parti’nin tüm adaylarını desteklemiyor musunuz? Sizi AK Partili biliyorlar…
Birincisi; adres kaydına göre, Büyükşehir’de ve Yenişehir’de seçmenim. AK Parti adaylarının hepsini beğenmek zorunda değilim. Bunlar gökten zembille inmedi. Bazı aday adaylarının yerelde hiçbir karşılığı yoktu ama AK Parti Genel Merkezi’nde etkileri vardı ve muvaffak da oldular. Ben parti içi işlere karışmam, beni de ilgilendirmez.
İkincisi; AK Parti’ye oy vermek zorunda da değilim. Adaylara oy veririm ben. Yerel yönetimlerde siyasete değil; hizmete bakılır. Ben özgür ve özgün biriyim. Herkes partisini, ideolojisini bir kenara bırakıp adayların profiline, CV’lerine ve ne konuştuklarına bakıp öyle oy vermeli…
Pekiyi yine kayyumlar konusuna dönecek olursak, sizce kayyum modeli kalkar mı ve size göre kayyumlar ne ifade ediyor.
Ben, o dönemin konjonktürüne göre kayyum politikalarını anlayabilen ve hatta kayyum lehine yazılar yazan biriydim. Zerre kadar da pişman değilim. O gün, o şekilde gerekiyordu… Ancak bugün, bugün öyle değil.
YSK’ya başvuru esnasında bu adayların terör bağlantılarına - güvenlik ihlali gerekçelerine bakılmalı. Seçildikten sonra olması doğru değil. Ülkemizin, milletimizin bekasına tehdit varsa, bu sandık sonrasında değil; YSK başvurusunda değerlendirilmelidir. O nedenle kayyumların denenmiş pilot uygulamalar olduğunu ve mevcut durumda başarısız olabileceklerini inanıyorum.
Şimdi mevcut ortamda, mülki idare amirlerinin, kaymakamlık / valilik işlerini aksatabildiklerine şahit oldum. Belediye ile ilgilenirken, valiliklerde ve kaymakamlıklarda işlerin vasat olduğuna tanık olabiliyoruz… Aslında valilerin ve kaymakamların, kayyum olmamaları her anlamda ve onlar açısından çok daha iyi. Kaymakamların ve valilerin yıprandıklarına da şahit oluyoruz… İtibar suikastlarına maruz kaldıklarına da iyi niyetlerinin suiistimal edildiğine de hatta bazılarının şımarık bürokratlarına da şahit olduk, oluyoruz.
Türkiye’nin kayyumlara da medyumlara da konsor0siyumlara da ihtiyacı kalmamıştır. Bundan sonrası lükstür, keyfidir… Hepimizin ve her kesimin, halkın sandıktaki tercihine saygı göstermesi gerekir.
Uzun ama tek soluklu bir röportaj oldu. Son olarak siyasi partilerin genel başkanlarına ya da adaylara notunuz?
Lütfen kullanılan dile de üsluba da dikkat etsinler. Tabiri caizse, büyüklerin telaffuzlarının etkisi, küçüklerin hafızalarında başka oluyor. Mesela TBMM’de birbirlerine hakaret eden vekiller, toplantı aralarında aynı masada yemek yiyip kahkaha atarken, kahvehanelerde televizyon karşısındaki kitlelerin birbirlerine zarar verdiklerine şahit olmuşuzdur… 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri, nefret ve intikam dilinden arınmalıdır.
Demokrasi şöleni olmalıdır. Ramazan Bayramı ve Seçim Bayramı aynı ambiyansta olmalıdır ve güzel bir coşkuyla kutlanmalıdır.
Son olarak… Allah rızası için müzikalitesi düşük, bozuk ve patlak hoparlörlü melodilerle bizim başımızı da şişirmesinler. Benim oy vermem, o şarkılara kalmışsa, Vallahi hiçbir partiye oy vermemem gerekir.
Çok teşekkür ediyorum…