2021 yılı Kasım ayında, başta Cumhurbaşkanlığının talimatı ile olmak üzere ekonomi bürokrasinin almış olduğu kararlarla, yüksek faiz sebep, enflasyon sonuç sözüyle hareket ederek Merkez Bankasının faizlerinin düşürülmeye başlaması dövizde aşırı sarsıcı artışa neden olmuş, söz konusu durum ekonominin tüm dengelerini sarsmaya başlamıştı. Tüm gelişmiş ülkelerde bile başlayan yüksek enflasyon ancak ve ancak faizlerin artmasıyla engellenmesi gerekirken Türkiye’de tam tersi uygulamalar ile ekonominin tam anlamıyla ters düz olması sağlamıştır. Halbuki 2020 yılı sonlarında önce % 20 seyreden enflasyon Merkez Bankası tarafından yapılacak faiz artışlarıyla beraber çok rahat bir şekilde durdurulabilirdi. Bu dönemde faiz artışının tam tersi düşük faiz uygulaması enflasyonun yüzde yüze yükselmesine neden olmuş, düşük ve orta gelirlilerin tam anlamıyla satın alma gücünün hiç olmadığı kadar düşmesini sağlamıştı. Bu dönemde dövizi baskılayan Merkez Bankası döviz stokları tüketilmiş ve buna bağlı olarak da cari açık hiç olmadığı kadar artarak ekonomi ciddi bir döviz sıkıntısıyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Bugüne bakacak olursak bu yıl içinde ödememiz gereken dış borç 202 milyar dolar civarındadır. Enflasyonun artmasıyla beraber maliyetlerin artması turizm gelirlerinin beklemenin altında kalmasını sağlamıştır. Bununla beraber Merkez Bankası yeni bir güncelleme yaparak yıl sonu enflasyon rakamının % 59 civarında olacağına dair açıklama yapmıştır.
Ekonomi bürokrasisi kamu açıklarını kapatmak ve seçim nedeniyle yapılan yüksek harcamaları tolere etmek için akaryakıta seçim sonrası % 100'e yakın zam yapmış, kamu gelirlerini artırmak için vergilerde ciddi bir artışa gitmiş, adeta tam bir zam furyası yaşatmıştır.
Gelinen bu noktada asgari ücret, açlık sınırının altında kalmış yoksulluk sınırı 38.000 TL'ye yükselmiş, memura yapılan yüksek zam artışı kamu açığını artıracak endişesiyle emekliye zam yapılmamış, hatta kök maaş uygulaması ile beraber yaklaşık 6.000.000 emekli, yapılan %25 lik zamdan hiç yararlandırılmamıştır.
Bunun yanında devlet iç talebin kısılmasını sağlamak için kredi ve kredi kartı faizlerini arttırarak zaten borçla borcu ödeyen düşük ve orta gelirli memur, emekli ve işçiyi adeta çaresizliğe mahkum etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti devletini Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yöneten Cumhurun Başkanı yaşanan bu kriz nedeniyle ekonomi bürokrasisini değiştirmek zorunda kalmış, Cumhurbaşkanı Merkez Bankası Başkanı, Hazine ve Maliye Bakanı ve BBBK başkanını değiştirmiştir.
Son dönemlerde yüksek düzeyde ekonomik bürokratların ve Cumhurbaşkanlığınca Körfez ve Arap ülkelerine yapılan genel ziyaretlerin amacı yurt dışından döviz bulma umutlarıdır. Yapılan anlaşmalar neticesinde Türkiye’ye 50 milyar dolar civarında parça parça bir sermaye girişinin sağlanacağı söylenmektedir.
Maalesef ekonomide vatandaş açısından dün bugünü aratmaktadır. Muhalefetin olmadığı, vatandaşın mecburen iktidar sahiplerine son kez olarak vermiş olduğu bu güven oyu satın alma gücünün bu denli düşme neticesinde tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Bir dokunup bin ah işitenin olduğu bu dönemde düşük ve orta gelirli her vatandaş gerçekten ekonomik olarak çok zor durumdadır. Maalesef Merkezi Hükümetin bunu yakın zamanda düzeltecek çok fazla bir ekonomi teorisi bulunmamaktadır.
Kanımca yapılacak en önemli reform özellikle tarımda ve hayvancılıkta üretimin tam olarak desteklenmesi ille birlikte gıda fiyatlarındaki artışa bir nebzede engel olma mecburiyetidir.
Hüküm verenler ve hükmedenler özellikle kamunun tüm alanlarında ve özellikle mahalle idarelerde yapılan her türlü israfın önüne geçme mecburiyetindedir.
Yapılmadığı takdirde kamu zararını önemli ölçüde artıracak kur korumalı mevduat uygulamasına her ne olursa olsun son verilerek ayrıca kambiyo döviz işlemlerinin tamamen kontrol altına almak ve vatandaşın dövizi olan talebini düşürmek ve tasarrufu artırmak için, üretimin desteklenmesi ve mevduat faizlerini arttırmak zorunluluğu vardır.
Bu ekonomik krizden çıkmanın dört temel çözümü bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi her sektörde üretimdir. İkincisi hem kamuda hem de özelde yapılan her türlü israfın belli mevzuat düzenlemeleriyle beraber kontrol altına alma zorunluluğudur. Üçüncüsü ise titizlikle yürütülecek mali ve para politikalarıdır. Dördüncü ise içte ve dışta güveni artırıcı hukuki reformlarla Türkiye’ye yabancı sermaye girişinin sağlanmasıdır.
Sağlıkla kalın..