AKM binası kent bağlamında Taksim meydanı ile kurduğu ilişkisi, Türk Mimarlık Tarihi ve sanatçılar için ciddi bir önem arz etmektedir. Bu yüzden cephesinin korunmasına ve meydanla olan ilişkisine önem verilmiş olduğu aşikar. Bunu, önünden geçerken ya da meydandan yapıya doğru bakarken hepimizin hissettiğine eminim.
1.Cepheden bir görsel
Sürekli AKM’de opera, konser ve tiyatro izleyen bir izleyici ve mimar olarak binayı yorumlamaya hızlı bir giriş yapmak istiyorum. Açılışını yıllardır heyecanla bekleyen çoğu insan gibi ben de heyecanla bekledim. Ana salonun fuayesine kimliğini koruyan ve kült haline gelmiş cephesinden giriş yaparken, cephenin içinde kırmızı bir kürenin parlamasından etkilenmedim desem yalan olur. Ve içeri adım atar atmaz Kırmızı parlak bir küre sizi selamlıyor. Sanki ilk gösteri onunmuş gibi. İhtişamlı duruşu ile sizi büyülese de bence bir sürpriz yumurta! Çünkü meydandan itibaren sizi kendine çeken kırmızı küre, sizi sanki büyülü bir dünyaya davet ediyor. Kırmızı her zaman davetkar bir renk değil midir zaten? Oysa bilinmezliğin en güzel anlatısı olan ve içinden neyin çıkacağını bilemediğiniz o Sürpriz Yumurta ve binaya adım atar atmaz onunla yüzleşmek! İşte o an, içinde ne olacağını kestiremediğiniz bir belirsizlik hissi yaratıyor insanda.
Bu kadar ihtişamlı şekilde hayal edilen sürpriz yumurtanın en büyük hayal kırıklığı ise kaba ahşaplarla doldurulmuş bir korkuluk dansının her yerden yüzünüze çarpması. Kaçmanız mümkün değil. Uzun süre açılışı beklenen en önemli yapılardan birinin korkuluk tasarımı böyle mi olmalıydı, üst ve alt fuaye ilişkileri o şekilde mi kurulmalıydı diye uzun süre düşünmedim desem yalan söylemiş olurum. Hele ki içinde binayla bütünleşmiş ve size referans veren ikonik AKM merdivenini görünce… Her oraya gittiğimde herkes onun önünde fotoğraf çektiriyor. Çünkü sürpriz yumurtadan bile kendini daha değerli kılan merdiven, mekânsal bütünlüğü bozulmamış bir şekilde yerli yerinde, bir çınar gibi olsa da oraya biraz yabancılaştırılmış.
2.İkonik merdiven tek başına tüm temsiliyeti ile
Yeni yapılan fuaye ve korkulukların geçmişten kalan merdiven ile kurduğu ilişkiye on üzerinden sıfır diyeceğim üzülerek. Bu yüzden yabancı gibi kalmış içlerinde. Bu beni hayal kırıklığına uğratan konulardan biri maalesef.
Kırmızı küre fikri ne kadar cezbedici olsa da fuaye ile kurduğu ilişki ya da fuayenin küre ile kuruduğu ilişki desem daha doğru tamamen konudan bağımsız olarak kopuk bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Bina yapılırken cephe ve ikonik merdiven varlığını koruyan yapı elemanlarıydı. Bunlara eklenen fuaye, yürüyen merdiven, küre ve diğer mekanlar oraya bir yerlerden gelmiş veya lego gibi monte edilmiş şekilde duruyor. Belki bu his yaratılmak istendi diyebilir miyiz? Ancak bir opera salonunun fuayesine ilk girişten sonra fuaye ve salon arasında bir akış ve bu akışkanlık içinde bütünlük aranması gerektiğini savunanlardanım. Dünya’da örneklerini ziyaret ettiğim çoğu salonda bu şekilde işlemektedir. (Berlin Filarmoni Binası, Hamburg Elbe Filarmoni Binası gibi)
3.İkonik Merdivendeki korkuluk ve aydınlatma zarifliğinin üst fuaye ve yeni korkuluklarla kuramadığı ilişkiyi anlatan görsel
Tüm bu fuaye, küre ve ikonik merdiven konusunun yanında anlamsız boşlukları, kimsenin kullanmadığı alanları ve soru işaretleriyle dolu bir mekandan çıkmak imkansızlaşıyor. Ziyaret edenler içinde böyle midir bilmiyorum ancak ben her gittiğimde tavanda, duvarda ve birçok noktasında hala tamamlanmamış ya da hatalı imalat yapılmış birçok mimari detaya bakmaktan kendimi alamazken; vestiyer alanı, kafeterya alanı ve bunların asla düşünülmeden öylesine yerleştirilmiş olmalarına hiç anlam veremedim.
İzleyiciler için fuaye bir bekleme alanından ziyade oyun veya konser öncesi bir sosyalleşme, mekandaki akışkanlık içinde elinizdeki programı okuyarak hem oyunu hayal edip hem de bir yandan kendinizi izleyici olarak hazırladığınız özel bir alandır. Bu alanda vestiyer, restoran, wc ve kafeteryanın bu akışkanlık içinde bina ile bir bütün olarak tasarlanması ve bütünün bir parçası haline gelmesi gerekirken ne yazık ki biz İstanbul’un en önemli salonunda bunu görememenin üzüntüsünü yaşamaktayız. Sürpriz yumurtanın sürprizleri bitmek bilmiyordu değil mi? Fuaye aydınlatmaları, dümdüz alçıpan tavanı, opera sırasında orkestra çukurunun havalandırmasının kötü oluşu ve izleyici olarak bile bunu hissediyor olmak gibi birçok negatif unsur izleyici olarak gidenleri rahatsız ettiğine eminim.
4.Başka bir açıdan devasa yalnızlık…
Kendinizi yalnız hissettiğiniz boşluklar binanın her yerinde gibi. Kompleksin içinde diğer alanları ziyaret edip gezerken ben bunu sürekli hissediyorum.
Genel olarak AKM’nin dünyadaki diğer örneklerinin yanında sınıfta kaldığını söylemek istiyorum. Fuayesi, restoranları, kafeleri, tiyatro salonu, kütüphanesi, küçük sinema salonu, sergi salonu ve diğer tüm mekanların asla bir akışkanlık içinde olmayışı, birbirinden kopuk oluşu, burayı ziyaret eden sanatseverleri, izleyicileri, sanatçıları, öğrencileri ve orada olmak isteyen herkesi binayı yaşamak, mekanlarını solumak, orada bir bilgi akışı içinde birbirleriyle temas edip paylaşım içinde bulunmak değerlerinden uzaklaştırıyor. Oysa bir opera binası, tiyatro binası, konser salonu gibi kompleksler kentin en önemli binalarındandır ve kentle bütünleşerek mekânsal bir temsiliyet yaratıp tarihsel bellek oluştururlar. Tıpkı bizim AKM’miz gibi.
Tüm bu eksilerinin yanında içinde değerli sanatçıları dinlemek, oyunları izlemek ve heyecanla bunları beklemek güzel anılar yaratıyor. Ve son olarak cephesi, ikonik merdiveni ve parlak ihtişamlı küresiyle kentin içinde hala temsiliyetini sürdüren binanın varoluşunu koruması da İstanbul ve sanat için iyi bir şey mi diyoruz, yoksa madem bu kadar bekledik olmuşken tam mı olsaydı diyoruz? Yorum sizin.
Not: Tüm fotoğraflar bana aittir.