Finansal miras temsilinden kültürel miras temsiline: Yapı Kredi Kültür Sanat ve İş Bankası Resim Heykel Müzesi

Bu haftaki yazımda size herkesin bildiği İstiklal Caddesi’ndeki iki yapıdan bahsedeceğim.

Abone Ol

Bu iki yapı üzerine kitaplar yazıldı, çok röportajlar yapıldı ve eleştirmenler çok sayıda yorumda bulundu. Ben de kendi gözlemlerimi aktaracağım. İki binanın da bulundukları konum ve temsil ettikleri işlevler gereği benzerlikleri çok fazladır. Önce binaları tek tek alıp sonra gördüğüm ortak noktalara değineceğim.

İlk olarak bahsedeceğim yapı, Yapı Kredi Kültür Sanat Binası. Galatasaray meydanına ve İstiklal caddesine cephesi olan bina 1958 yılında alman mimar Paul Schmitthener tarafından tasarlanmıştır. Bina, Tünel meydanı ile Taksim meydanı arasındaki bir durak noktası olan Galatasaray meydanı ile kesişmektedir. Dönemin modern aynı zamanda rasyonel yaklaşımını yansıtan bir cephesi vardı. Bence eski cephesindeki rasyonel katılık binanın konumundaki odak noktaları ve aksları ile bir bütünlük sağlayamamıştı.

Galatasaray meydanı sürekli tarihsel olaylara şahitlik eden bir buluşma noktası aynı zamanda çok fazla gözyaşının döküldüğü bir meydan benim için. Şimdi burada bulunan yeni Yapı Kredi binası için 2014 yılında yenilenme adımı atılıp, 2017 yılında proje tamamlanmıştı. O zamanlar çok fazla eleştirilere aynı zamanda övgülere maruz kalan binanın acaba bunlardan haberi var mıydı tartışılır. Yapılan eleştirilerin çoğu meydana bakan cephesinin orijinalinden bağımsız olarak tasarlanmasıydı. Meydana bakan cephesi açılarak, binanın meydan ile bütünleşmesi sağlanmış bence. Binanın ana sirkülasyon elemanı merdivenin heykelsi görüntüsünün Taksim meydanından Galatasaray meydanına doğru gelirken sizi kendine davet etmesi, tasarımı hedefine ulaştırmış gibi görünüyor. Meydanda bulunan ama çevresindeki metal yığınlarından henüz özgürlüğüne kavuşamamış heykeltraş Şadi Çalık tarafından 1975 yılında tasarlanan Cumhuriyet’in 50. Yıl heykeline saygıda duran cephe onu içeride diğer önemli bir heykel ile selamlıyor: İlhan Koman’ın Akdeniz Heykeli.

Bu binada beni kendine çeken iki nokta var. Birincisi hemen sizi içeri çeken cepheye doğru ilerlerken sütunların arasından geçip bir duraklama noktasında nefes alıp, başınızı kaldırınca kitabevi ile karşılaşıyorsunuz. İkincisi ise, bu keyifli noktadan sola dönüp güvenlikten geçer geçmez heykelsi bir hava ile tasarlanan merdivenlerden çıkarken o devasa cam cephe sanki kayboluyor siz meydan ve İstiklal Caddesinin içinden gökyüzüne yükselir gibi üst katlara doğru süzülüyorsunuz.

Binanın meydan, cadde ve Akdeniz heykeli ile kurduğu ilişkinin şeffaf olması ve sergileri gezerken de sürekli dış dünya ile bağlantılı olması, Beyoğlu’nun hala dinamik olduğunu vurgulayan hem içeride hem dışarıda hayat olduğunu gösteren bir imgeleme olmuş.

Bu binada tek eleştirdiğim nokta meydana bakan cephesindeki bu radikal çıkışın istiklal cephesinde de bir manifesto şeklinde değişimin devam etmesi olabilirdi.

Her konu, her Yapı üstüne konuşulacak yazılacak sözler bitmez. Ben lafı uzatmadan ikinci yapıyı yorumlamaya geçmek istiyorum. İş Bankası Resim Heykel Müzesi hakkındaki yorumlarımı yapmak istiyorum. 1907 yılında Fransız Tüccar Joseph Baudouy tarafından yaptırılan Bodvi Apartmanı, 1950’de İş Bankasının mülkiyetine geçerek uzun süre hizmet vermiştir. Yenilenmek için uzun süren projelendirme ve inşa süreçlerinin ardından yapının son hali 2023 yılında tamamlandı.

Pek çok ziyaretçiyi kendine çeken yapı bence konumu gereği çok önemli. Son yıllarda asıl değerini kaybeden İstiklal Caddesi’nin akışının Pera ve Şişhane bölgesine çekilmesinden sonra Odakule Pasajı sık kullanılan bir nokta olmaya başladı. Hatta 4-5 sene önce bu pasaj ile ilgili bir yarışma bile açılmıştı. Bence hala gerekli bir düzenleme yapılmış değil. Şişhane’den Pera Palas’a doğru yürüyüp Pera Müzesi’nin yanından Pasaja girdiğinizde hala bir korku filmi efekti veriyor. Hatta bazen Harry Potter filmindeki ruh emicilerin geleceğini düşünüyorum her geçtiğimde. Bu pasajdan geçip hemen kendinizi İş Bankası’nın yeni Resim Heykel Müzesinin önünde buluyorsunuz. Pasajdan İstiklal Caddesi’ne doğru çıkarken aslında benim en çok dikkatimi çeken şey şu oldu; Surp Yerrortutyun Katolik Kilisesi! Bu kilise İş Bankası binasının tamamlanıp açılmasından sonra Odakule’nin gölgesinden biraz daha kurtulup ana cadde aksında daha algılanabilir hale gelmiş. Bu duruma çok sevindim. Arada kalmışlık hissinden tam kurtulamasa da yenilenen bina ile birlikte kendini gösterir boyuta taşımış.

Artık yeni İş Bankası binasına adım atalım. Eski ve yeni iki bina unsurunu bir arada bulunduran binaya direk İstiklal Caddesi’nden giriş yapıyoruz. Katlarda bulunan maketler ile bina ilgili yapım sürecine, tasarımına ve tarihine ilişkin küçük bilgilerin sunulması hem mekanın algılanmasına hem de binanın yapım hikayesinin herkes tarafından öğrenilmesine olanak tanıyor.

Beni bina da en çok etkileyen nokta kalem işçiliğinin restorasyon sırasında ortaya çıkarıldığı sizi 1950’lerin İstanbul’una götüren merdiveni. Jilet gibi tertemiz duvarları ve dökme mozaik zeminden bir adım atınca sanki geçmişte bir yolculuk yapacakmış hissiyatını yaşamak güzeldi. Sizleri bilemem ama tüm yapılarda en çok dikkat ettiğim ana unsur merdivenler.

Bu yapı eski ve yeni iki binanın iç içe geçmesi diye bahsetmiştim. Yeni yapının içindeki küçük galeri boşlukları binaya derinlik katarken sergilenen eserlere her yönden bakma fırsatı sunuyor. Biz mimarlar galeri boşluklarını, bu boşluklarla derinlik ve ışığın dans etmesini seviyoruz sanırım.

Binaya dair eleştirilerime gelecek olursak, bu binanın eleştirdiğim iki noktası oldu diyebilirim. Birincisi koleksiyonlar zarar vermesin diye gün ışığını kesmek için iç mekandan yapılan panjur kapaklar belki dekoratif olarak göze hitap edebilir ancak binayı gezerken dış mekanı görememek ve İstiklal Caddesi’nden kopması binanın, eserleri başka şekilde bir sergileme ile yapabilirler miydi sorusunu getirdi aklıma.

Diğer bir eleştirim ise bir binanın ana unsuru cephe ve cephedeki doğramlarıdır. Yine sergileme uğruna doğramaların önüne panellerle yerleştirilen eserler binanın iç mekandan okunmasına ve cephe konturunun içeriden algılanmasına bir engel gibi durmuş. Oysa Yapı Kredi binasında katlardan da dış mekandaki yürüyen insanları, diğer binaları algılamak o caddeyi içeride ve dışarıda yaşamak hissi güzeldi. Çünkü Beyoğlu dinamik ve hareketli bir semt. Buradaki kültür sanat binalarının bu dinamiği cepheden içeriye taşıması önemli bir konu.

İki binayı da kendi gözlemlerime dayanarak çok lafı da uzatmadan yorumlayama çalıştım. İki binanın ortak noktaları ikisi de İstiklal Caddesi aksında bulunan, farklı bankaların mülkiyetinde, Galatasaray meydanı ve Tünel aksında önemli noktalarda bulunan kültür sanat yapıları. Finansal mirasın temsilcisi olan bankaların kültür ve sanat içindeki değerli yapılanmaları artarak devam eder diye umuyorum.

Eski heyecanını kaybeden İstiklal Caddesi’ne ışık tutan bu binaların ikisi de Teğet Mimarlık tarafından tasarlanmıştır. Bu da diğer ortak noktaları diyebiliriz. Bu binalar ile başlayan ve caddeyi canlandıran değişim Casa Botter binasına hatta Metrohan’a kadar uzanmaktadır desem yeridir. Beyoğlu’nu uykusundan uyandıran bu değişim ve yenilenme sürecinin her sokağa, her değerli yapıya dokunmasını diliyorum.

 

 

{ "vars": { "account": "G-BVBXRHTL2Y" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }